top of page

CANIM ANNEM'E



Değerli Varoluş Dergisi okurları, bu mektubu anneme verir miyim bilmiyorum ama annemle olan tüm ilişkilerimin özetini yazmakta kararlıyım. Nitekim annesini nerdeyse her gün gören biri olarak bolca anne sevgisine ve bolca anne ilgisine maruz kalmaktayım :)


Sevgili Anneciğim,

Bu satırları sana yazarken içimden çokça gülmek geliyor. Çünkü senin evrendeki tek görevin beni sevmek değil galiba :)


Annem olarak; zihinsel, duygusal ve ruhani yönden gelişmeme büyük katkıların oldu. Özellikle aynı ayda doğmamızın da karakter olarak birbirimize benzememize etkisi vardır elbet. 😊


Çocukluğumun erken döneminde, senin ana sınıfında öğrencin olmam aramızda ayrı bir kişisel bağ oluşturdu. Benden üç yaş büyük çocuklarla okula başlamış olmam ve senin, ben dört yaşındayken “anne” karakterinden “anne öğretmen” karakterine geçiş yapman bende nasıl bir his uyandırdı hatırlamıyorum... Çünkü bolca oyuncağım ve bolca arkadaşım olmuştu. Bununla birlikte sevgi ve saygının yerini zamanla değiştirmiş olabilirim.


“Sen, okulda öğretmeni olduğun çocuklar için her zaman büyük bir sorumluluk duydun. Onları en iyi şekilde yetiştirmeye çalıştın. Annelerinden bir süreliğine emanet aldığın bu çocukları, birinci sınıfa hazırlayabilmek için elinden geleni yaptın. Çalışan annelerin öğretemediği ya da fırsat bulamadığı disiplini onlara sevgiyle kazandırmaya çalıştın. Bugün hâlâ, anasınıfı yaşına yakın bir çocuk gördüğünde bir anda anne rolünden öğretmen rolüne geçişini fark edebiliyorum. O çocukları herkes gibi sevebilirdin... ama sen onları sevgi içinde eğitmeyi de seçtin.”


Nitekim bu sevgi konusu annemle benim aramda zamanla karmaşık bir yumağa dönüştü. Hayat, bu yumağı açabilmemiz için elinden geleni yaptı. Sevginin ne olmadığını göstermek için dinlerde ve felsefelerde sözü geçen yasaklara dair tüm örnekleri önümüze koydu. Anlamazsak, tekrar etti.


Annemle lise, üniversite ve yüksek lisans eğitimim boyunca uzun yıllar ayrı kaldık. Buna rağmen, annem her zaman beni eliyle koymuş gibi bıraktığı yerde bulabiliyordu. Daha açık ifade etmek gerekirse, altyapı olarak birbirimize benzediğimiz için nerede hata yaptığımı ya da hangi konuda başarılı olabileceğimi önceden kestirebiliyordu.  Ayrıca, annemin insanları sürekli gözlemlemesi ve anda kalabilme yeteneği, mesleğinin ona kazandırdığı avantajlardan biri olmuştur. 


Yıllar sonra, mühendisliğin bana getirdiği dezavantajlardan biri olan “anda kalamamak” ve “hayatı kaçırmak” sorunlarıyla yüzleştiğimde, annemle yollarımız bir süreliğine ayrıldı. Çünkü neden böyle hissettiğimi anlamak için kitaplara sarıldım, kendime akıl erdirmeye çalıştım. "Neden aklıma hiç pozitif bir şey gelmiyor?" diye YouTube arama çubuğuna yazdığımı çok iyi hatırlıyorum... Çünkü bu, benim için bir mihenk taşıydı.


2018 yılında Reiki ve İsmail Bülbül hocamla tanıştım. Hocamın kitaplığında gördüğüm eserleri inceleyince, doğru yerde olduğumu hissettim. Dertlerimi paylaştığımda, bana bilinçaltı kodlama terapisi önerdi. Bu terapilerin ardından Reiki 1 seviyesine uyumlandım. İsmail hocam bana, “Aydın, şu ana kadar negatif bir varoluştaydın. Ödevlerini yap, zamanla pozitif bir varoluşa geçeceksin,” demişti. Gerçekten de dediği gibi oldu. Meditasyon pratikleri ve sembol çalışmalarıyla zihnin nasıl işlediği dikkatimi çekmeye başladı. Böylece, "Sen değiş, dünyan değişsin" gibi sözlerin anlamını kavramaya başladım. Bilinçaltımda ilerleyişimi durduran arketipleri fark ettikçe, içsel yolculuğum derinleşti.


Bu süreçte annem sık sık, “Oğlum, herkesi nasıl sevelim, öyle şey olur mu?” diyordu. Ben de ona okuduğum kitaplardan örnekler vererek hissettiklerimi anlatmaya çalışıyordum. Reiki de ilerledikçe ve kitaplar okudukça, annemin davranışlarını da sorgulamaya ve eleştirmeye başlamıştım. Saatlerce neden haber izlediğini sorarken, o da benim neden hiç haber izlemediğimi merak ediyordu. Sebeplerimi anlatmaya çalışıyor, “Hiç mi dünyada güzel bir şey olmuyor?” diyordum, ama annemi değiştirmeyi yine de başaramıyordum.


İşte günler böyle gelip geçerken ve farkındalıklarım artarken, kendimle ilgili hem güçlü yönlerimi hem de geliştirmem gereken taraflarımı gözlemliyor; bu yaşıma kadar nasıl geldiğime şaşırarak hayatımı yeniden değerlendiriyordum. 


Affetmek, kendimi sevmek gibi konularda daha da derinleşiyor, bana artık hizmet etmeyen alışkanlıklarımı dönüştürmeye çalışıyordum. Hayat, bana durmaksızın koşulsuz sevginin ne olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Ve sonunda bir gün, çok geniş bir boşlukta her şeyi olduğu gibi kabul etmeye dair derin bir ders aldım.


Bu dersten sonra, değiştirebileceğim şeyleri fark etmeye başladım. Değiştiremeyeceğim şeylerle ilgiliyse iç görülerim giderek derinleşiyordu. Beklentilerim kabule; dirençlerim anlayışa, hoşgörüye ve sevgiye dönüşüyordu. Her şey, olması gerektiği gibi akıyordu.


Ailemden ayrı olduğum bu yıllarda, değişen bakış açımla birlikte annemle yollarımız yeniden kesişti. Artık annemle fazla tartışmıyorduk. Söyleyecek bir şeyim varsa söylüyor, ısrar etmiyordum. Beraber haberleri bile izliyorduk. O da çok uzatmıyor, sonrasında ikimizin de sevdiği ev yenileme programlarını seyredip renklere yorum yapıyor; her gün değişen karakterlerle ilgili gülerek sohbet ediyorduk.


Annemin daha iyi anlayabilmesi için, “herkesi sevmek” demek yerine, “içinde hiçbir şeye karşı nefret büyütme” demeye başladım. Bu haliyle daha anlaşılır olmuştu. Yarım kalan bir şey olursa, konuşarak anlamaya çalışıyor, çözene kadar da peşini bırakmıyordum. Ta ki aramızdaki gerginlik bitene kadar... Artık varsaymaktan vazgeçmiştim.


Evet, Varoluş Dergisi okurları... İşte annemle hikayemiz böyle. Ama hikâye bitmedi, hayat devam ediyor. Daha yaşanacak çok şey var. Anneannem ve dedem 90 yaşına kadar yaşadı; anneme de uzun ve sağlıklı bir ömür diliyorum. 


Umarım birlikte hayalini kurduğumuz şeyleri gerçekleştirme fırsatımız olur.  Ve umarım, hayatın bize öğrettiklerini birbirimize aktarabilir; daha çok şey keşfetme şansı buluruz.




 

 

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating

Mart

1/2
bottom of page