top of page

GÖLGELER VE İLİŞKİLER

Güncelleme tarihi: 8 Tem


“İnsan yaşamının esas gailesi; kendi tedavisidir, yani kendi eksikliklerini tamamlamak, çatışmalarını çözümlemek ve zedelenmişliklerinin ıstırabını azaltmaktır.” C. G. Jung 


Teknolojik gelişmelerle yaşamın akıntısında savrulurken huzurlu, sağlıklı olmaya çalışıyoruz. Ancak bu denge için biraz yavaşlamak, dinlenmek gerekiyor. Problem olduğunda hızlıca çözüm bekliyor; kendimizi, çevremizi, hatta ilişkilerimizi de kolayca tüketiyoruz. Bilmiyoruz ki hastalıklar önce zihinde başlar, ruhumuzu yaralar, sonra bedenimizde şekillenir. Fark etmediğimiz bilinçdışı ve bilinçaltı etkiler, bilinçli yaşamımızdaki bedensel ve ruhsal durumumuzu ve tüm seçimlerimizi etkiler. Bunun için içimize bakmamız gerekir: 


“Dışa bakan rüya görür, içe bakan uyanır.”(1)  Ve uyanmak iyileşmektir. 


İçe Bakmak Ne Demektir? İçimizde ne var ki? Nasıl bakılır? 


“Bir ben vardır bende, benden içeri.” Y. Emre misali. “Benlik” farklı kaynaklara göre ruhun bir parçası ya da bilinçdışı/bilinçaltı ile ilişkili kabul edilir. Kişi, merkezine doğru yolculuk yaptığında hepsinin etkileşimi söz konusudur. Analitik psikiyatrinin kurucusu C. Jung’a göre “Benlik”, Ruh’a doğru gelişip büyürken yaşadığı serüven; bireyleşme ve bütünleşmeyi oluşturur. Bunun sonucunda oluşan bireysel bilinçlenme, tüm insanlığın ortak bilincine katkı sunar. İşte biz değişirsek dünya değişir gerçeği… 


Öncelikle Jung’un analitik psikolojisine göre bazı terimleri açıklayalım: 


Ego, bildiğimiz kibir anlamında değil; kişiliğimizin, bilincimizin yalnızca bir parçasıdır. Hayat boyunca edindiğimiz bilinçli faktördür. 


Benlik, bilinç ve bilinçdışının toplamı olup bireyin tüm kişiliğini oluşturur. 


Persona, toplumda kabul görmek ve adapte olabilmek için geliştirdiğimiz maskemizdir. “Benim maskem yok” demeyin: Gerçek benliğimizle çelişen yanlarımızı düşünün. Örneğin güçlü görünmeyi abartıyorsak, iç dünyamızda zayıf hissettiğimiz bir yönümüz vardır. 


Kollektif bilinçdışı, içgüdüsel davranışlar gibi atalarımızın binlerce yıllık genetik mirasıdır; kişisel deneyimlerden etkilenmez ve bilinçdışının en derin kısmıdır. 


Arketip, bu derin kısımda olan, evrensel kalıpları ve simgeleri temsil eder. Anima (erkekteki kadın figürü) ve Animus (kadındaki erkek figürü) da bu bağlamda erkek ve kadının bilinçdışı alanında yaşadığı derin gölgelerdir. 


Gölge Arketipi: Derinlerde, insanın yüzleşmek istemediği bastırılmış duygulardan oluşur. Medeniyet sürecinde doğuştan gelen özellikler, toplum normlarına uygun gelişecek; uygun olmayanlar, iyi olsalar da bastırılacak ya da yadsınacaktır. Bazen işimize yarayacak özelliklerimiz bile gölgemizde yer alabilir. Örneğin: Savaşçı arketipi: Mücadeleci, dirençli, cesur ve kültürel ya da siyasi dönüşümün öncüsü olabilir. Yaşamın sonluluğunu bilerek ölümle yüzleşebilir. Bu enerji; asil bir davaya yönlendirilirse güzeldir. Aksi takdirde, bastırılan savaşçı gölge, saldırgan ve yıkıcı hale gelebilir. Kolektifi etkileyen bu tür gölgeler, toplumsal savaşlara gebedir. 


Nietzsche de benzer şekilde “Cennete doğru büyüyecek olan ağaç, köklerini cehenneme yollamalıdır.” (2) derken, insanın gerçek anlamda olgunlaşması için karanlık yönüyle cesurca yüzleşmesi gerektiğini vurgular. Aslında gölge tarafımızda güçlü, yaratıcı ve gizli bir enerji vardır; bu enerji bizi özgün ve yaratıcılıkla donatabilir. Ancak bastırılan gölge kişiyi kontrol eder: Şiddete, depresyona ya da “canavar” haline dönüşebilir. Onu bastırmak yerine, dönüştürerek günlük hayatımıza katkı yapan bir unsur haline getirebiliriz. Bastırıp reddettiğimizde, farkında olmadan çevremize de yansıtırız. Bu bazen aynalama, bazen öfke, bazen yargılama ya da eleştiri şeklinde olabilir. Bu bir savunma mekanizması değil; gelişmeyi reddetme durumudur. 


Gölgenin İlişkilerdeki Rolü 


Sosyal bir varlık olan bizler için olmazsa olmazımız; her türlü ikili ilişkide ve özellikle aşkta da gölge önemli rol oynar. Karşımıza çıkan kişiler tesadüf değildir. Evrende asla hata olmazmış. Bilinçaltımızda çözülmeyi bekleyen korkular, duygular, güçlü potansiyeller; görünür hale gelmek ve sonuçlanmak için fırsat kollar. Karşımıza çıkan tanıdık his, bilinçaltının bir bağlantısıdır. Bu kader değildir. Bilinçaltının görünmez güçleri, kozmik bir organizasyon ve eşzamanlılıkla katalizör görevi görür. 


Her karşılaşma, mutluluk getirmeyebilir. Daha sancılı dinamikler, ruhun kabuğunu kırmak, büyümek ve gelişmek içindir. Ruhsal dönüşüm, konfor alanını aşmayı gerektirir. Konfor alanımızdaysak çoğu zaman değişimden kaçarız. “İnzivaya çekilerek hakikati keşfedemezsin; ancak kendini başka insanın aynasında görürsün.” der Şems-i Tebrizi. 


Kalbimiz aidiyet ve kalıcılık beklerken, ruhumuz büyümek ve hakikate uyanmak ister. Bu çelişki kaos yaratabilir. Bu gerçek bir bağlantı mı, yoksa içimizdeki boşluğun ya da gölgenin yansıması mı? Aynı döngüyü mü yaşıyoruz? 


Gerçek bağlantı, karında sancılar oluşturmaz. Bedeninizde ve sinir sisteminizde tepki oluşturmaz. Ruhunuzu uyandırır, hayata bakışınızı sarsar, ama kalbinize huzur fısıldar. Mantığı, mesafeleri, hatta yaşamı aşan bu çekim; fiziksel uyum ya da arzuyla değil; kolektif ve kendi bilinçaltının derin katmanlarındaki anima/animus arketiplerinin uyanmasıyla ilgilidir. Seçimlerimiz bilinçaltındaki bu özelliklere göre farkında olmadan yapılır. 


Hepimiz bastırdığımız yönlerimizi (gölge ya da hayran olduğumuz yanları) karşıdaki kişiye yansıtırız. Yansıtma, bireyleşme için kaçınılmazdır. Bu olmamız gereken kişiye dönüşme yolculuğudur. Bağlantı ne kadar derinse, o kadar çok gölge ortaya çıkar. Çatışmalar şüphesiz olacaktır. Bu kritik anda ayrılık çanları çalabilir. İçsel ve dışsal kaos anlam ve mantık arar. Ayrılık acı verici olsa da geliştiricidir. Tam içe bakma zamanıdır. Egonun değil, ruhumuzun sesini duyabilme anıdır. Kendi gölgemizle bütünleşmek için sessizlik ve uzaklaşma döngüleri, bilinçli sevgiye davettir. Sezgiler, rüyalar rehber olur. Kendimizle gerçek bir yüzleşme yaşanırsa, bu dönem her iki taraf için de doğru yönetildiğinde yeniden birleşme yaşanabilir: Arzu ve fiziksel bağın ötesinde bilincin uyanışına hizmet eden derin bir ruhsal bağla… Bireyselleşme tamamlandığında iki özgür ruh zorlamadan, kovalamadan birbirini bir şekilde bulur. 


Gölgemiz İle Karşılaşma 


Karanlıkta açılan kapıdan sızan ışık gibi gözlerimizi yakabilir; bu bir ceza değildir. Acıya odaklanmak yerine, “içimizde neyi uyandırdı?” diye sormalıyız. Ördüğümüz duvarları mı yıkıyor? Kendine ihaneti mi sorguluyor? Kırıldığında hayatın da kırılgan olduğunu mu fark ediyoruz? 


Uyum sağlamak adına kendimizi nasıl körelttiğimizi, neleri bastırdığımızı gösterir. Her şeyin bir sonu ve yeniden başlangıç potansiyeli vardır. Her gecenin sabahı vardır; ama gecenin sonunda aynı kişi olmazsınız. Görmemiz gerekeni görmeyi reddedersek, ruhumuzla bağımız kopar; büyümesini engelleriz. Acının bizi daha şefkatli bir varlığa dönüştürmesine izin vermeyi bilmeyiz. Yıllarca zırh gibi kuşandığımız Persona’mızın çözülme vakti gelmiştir. 


Gerçek ilişkiler 


 Maskeler yoktur, herkesin kendi sınırları korunur ve saygı duyulur. Örneğin “hayır” diyememek saygısızlık değil, kendi benliğini yok saymaktır. Sustuklarınız bile duyulur. Kontrol ve manipülasyon olmaz. Eleştiriye açık olunur, sezgiler önemlidir. Fırtınanın ortasında sakin kalıp duyguların esiri olmadan, fevri tepki vermeden savaşa değil, çözüme odaklanılır. Kendini kolaylıkla ifade edebilmek ve kendin olabilmek önemlidir. 


Bağlı olmak bağımlılık değildir; bağ kurduğun halde kendi merkezinde olabilmektir. “Ben” olabilen biri “biz” olabilir. Sağlıklı bir benlik; anlamlı ve bilinçli “bizlik” kurabilir. 


Sağlıksız İlişkiler 


Sınırlar ihlal edilir, kişilikler birbirinin içinde kaybolur. Öz saygı yitirilir, özgürlük anlayışı bencilleşir, kendi ihtiyaç ve hayaller yok olur. Suçlayıcı ve yargılayıcı olur. Sesiniz duyulmaz; birlikte ama yalnızsınızdır. Açık ve net olunmaz, varsayımlarla,  beklentilerle çıkmaza yol alınır. 


Travma, Geçmiş ve Dönüşüm 


Çocukluk travmalarına sıkça atıf yapılır. Hepimiz hayat boyu birçok olumsuz durum yaşarız. Peki travma nedir? 

“Travma olan şey değil; onunla başa çıkarken içimizde olanlardır.”  B. van der Kolk Yani travma yaşanan olay değil; ona verdiğimiz duygusal tepkidir. Nörotransmitterler sentezlenir, bellekte, bedende ve bilinçaltımızda depolanır. Çocukken bilinçli bir tepki veremeyebiliriz. Ama şimdi geçmiş hatıralar duygusal ve hissel açıdan dönüştürülüp iyileştirilebilir. Unutmaya çalışmak ya da bastırmak, gölgemizin enerjisini artırır. Sonra da bize tanıdık gelen şeye çekiliriz. Örneğin kaos içinde büyümüşsek huzurlu bir ilişki ya da iş yeri güvenli gelmez. Çocukken sevilmek için çabalamışsak, karşıdakinin saf sevgisini bile sorgularız. 


Nasıl İlerlemeli? 


    - Önce kendinize zaman ayırın, en önemli değerlerinizi listeleyin. 


    - Yalnız kaldığınızda kendinize nasıl davrandığınıza bakın: Muhtaçlık var mı? Yargılama var mı? Kendinizi sevebiliyor musunuz? Bunları değiştirmek için neler yapabilirsiniz? 


      -Geçmiş ilişkileri gözden geçirin: Neler öğrendiniz? 


-Görmezden geldiğiniz sınırlar nerede? Ailede, iş yerinde olabilir. 


      -“Olmak istediğiniz kişi” gibi davranın, hem evde hem dışarıda. 


      -İçsel yolculuk için meditasyonlar deneyin. 


      - Aynada yansıyan size bakın. 


Elbette kolay olmayacaktır. Gerçeklerle yüzleşmenin bir bedeli olabilir. Kendimizi kandırmayı, teselli etmeyi seçeriz. Ancak hayata bir okul gibi bakıp deneyimlerden öğrenmek, duygusal ve bilişsel olgunluk sağlar. Gerçek dönüşüm; kendini suçlamadan, kendini anlayarak ve kucaklayarak mümkündür. Şifa, geçmişi silerek olmaz; geçmişle ilişkiyi düzeltmek ile olur .


Kazanılan yeni “farkındalık”, derin bir yara değil; derin bir öz bilgidir. Doğru zamanda yanlış kişi sizi uyandırabilir. Uyanmış bir ruh zihinde genişleme yaratır ve kalpteki huzuru, kanatlanmış kelebekler gibi hissettirir. İçeride ne varsa, dışarıda da o yaşanır. İçeride kaos varsa, dışarıda da yansır. Şüphesiz sadece gölgemizi değil, ışığımızı da birbirimize yansıtırız. 


Karanlıkta kalan gölgemizin, hayatımızı yönettiğini ve yüzleşerek içsel bir dönüşüm gerektirdiğini ben de çok derin bir şekilde yaşadım. Travma ya da kader sandığım durum beni kendimle buluşmaya zorladı. Bakış açım değiştikten sonra, tuhaf bir huzurla ruhsal büyüme yaşamaya başladım. Vee… İç dengimin huzurlu keyfini yaşarken, yeni bir yolculukla, henüz yüzleşmediğim gölgelerimi fark ettim. İçsel derinlik, tanıdık bir his… Bilinçli yaşamdaki kimlikler hem ayrı hem yakın…  İten/ çeken mıknatıslar misali… Ya da Yin ve Yang gibi... Mantık ve duygular sarmal halde...  Tabi ki ben sezgilerimin gücünü, iç sesimin rehberliğini  kullandım . Kendimi sorgularken derin acının ironik huzurunu yaşadım. Yıldızları görebilmek için karanlığa korkusuzca yürüdüm. Çünkü korku ile yaşayıp hayatta sadece seyirci olmak istemedim. “Öldürmeyen şey güçlendirir.”(2) sözünü hep hatırladım. Denizi sadece dinginlikte değil, dalgaları ile de sevdim. …  Farkındalık ile bakınca ilişki, hayat hatta zorluklar bile anlam kazanır. Hep hatırlayalım, hayat inişli çıkışlıdır, tıptaki EKG misali... Düz çizince ölmüş kabul edilirsiniz… 


Gölge ve ilişkilere dair yazacaklar bitmez… Son sözü yine Jung söylesin; “Bilinçaltı, bilincinize gelene kadar sizi yönetir ve siz buna kader dersiniz” Kaderimizi dönüştürmek elimizdeymiş gerçekten… 

 

 

  Kaynakça: 

1. Dr. Carl Gustav Jung  

2. Nietsche Aforizmalar 

 

 

 

 

 

 

 


留言

評等為 0(最高為 5 顆星)。
暫無評等

新增評等

Mart

1/2
bottom of page